Muradiye Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
Detone
Detone

Üstad Âkif’in mealinin yakılış hadisesi... 1210
Erkek Terazi
Sıçan
Mesaj Sayısı : 2807
Doğum tarihi : 24/09/84
Yaş : 39
Nerden : IstanßuL [DøqußєyαzıтLı]
İş/Hobi : RECEPTION /FutßoL Müziq Araßa
İleti : IrGaT
Bilgi :
Muradiye Forum Bilgi Paylaşım PlatformuUyarı : Üstad Âkif’in mealinin yakılış hadisesi... 111010
Rep Gücü : 0
Rep Puan : 0
Kayıt tarihi : 03/11/08
http://WwW.MuradiyeForum.Net

Üstad Âkif’in mealinin yakılış hadisesi... Empty Üstad Âkif’in mealinin yakılış hadisesi...

Paz Kas. 16, 2008 4:42 am
Son günlerde bazı çevreler tekrar merhum Üstad Mehmed Âkif’in mealine dair yalan yanlış bilgilerle ortalığı bulandırmaya, dezenformasyon oluşturmaya çalışmaktalar. Oysa Üstad Âkif’in meali 1961 yılında yakılmıştır. Meallerle ilgili şüpheleri tamamen sona erdiren ve tartışmalara son noktayı koyan yazıyı iktibas ediyorum. İ. Hakkı Şengüler yıllar sonra meali yakanlardan biri olarak yemini bozarak olarak önce yakılış nedenini, sonra da yakılışının hadisesini şöyle açıklamıştır:

“O yıllarda da Türkiye’de 1960 ihtilalinin estirdiği sıkıcı bir hava vardı. Yine din reformundan söz ediliyor, yine Kur’an’ın, ezanın Türkçe okunması isteniyordu. Bu havanın verdiği endişeden midir nedir, defterleri yakmış olmanın mutluluğu içindeydik. Yine aynı endişeden olacak; defterleri yakma hadisesinin aramızda bir sır olarak kalması hususunda birbirimize söz verdik. Bugüne kadar herkes verdiği söze sadık kaldı. Ancak ben, Âkif ve eserleri hakkında araştırmalarını genişlettikçe gördüm ki, hâlâ Mehmed Âkif’in Kur’an tercümesinin yakılmamış olduğunu, falan veya filan kişide bir parçasının bulunduğunu ve bunlara benzer bir takım iddiaları ileri sürenler var. Bir gün birinin çıkıp, “İşte Âkif’in Tercümesi” deyip piyasaya bir Kur’an meali sürebileceği bile aklıma gelmeye başladı. Tabiatıyla o zaman, gerçeği saklamakla büyük bir vebal altına girmiş olacaktık. Onun için diğer arkadaşlarımın affına sığınarak kamuoyuna olayı açıklamış oluyorum.

… Yıl 1961. Mehmed İhsan Efendi üçüncü defa kalp krizi geçirmiş. Şekeri de var. Hep evde istirahat ediyor. Onun yatak odası aynı zamanda çalışma odası idi. Ama artık o odadaki masasıyla kütüphaneyi sadece uzaktan yatarak seyredebiliyor. Ölümünden üç beş gün önce oğlu Ekmeleddin’i [İhsanoğlu] yanına çağırıyor ve karşısında duran çalışma masasının kilitli sağ üst gözünü göstererek şunları söylüyor: “Oğlum, bu dünya fanidir hepimiz ölümü tadacağız. Sana, ben öldükten sonra yerine getirmeni istediğim önemli bir vasiyetim var. Gördüğün şu gözde iki tomar defter var. O gözün anahtarı orta gözdedir. Ben ölünce o gözü açıp oradaki defterleri yakacaksın.”

Hoca efendi Hakk’ın rahmetine kavuştu, hepimiz hüzün ve keder içindeyiz. Henüz ortaokul öğrencisi olan oğlu Ekmeleddin’le muhterem eşi Seniye Hanım’ı teselli edebilmek için günlerin büyük bir bölümünü onlarda geçiriyoruz. Ben evliyim, Abbasiye semtinde oturuyoruz. Vefatının üçüncü günü idi, yine eşimle birlikte onlara gitmiştik. Kahire’deki Türk öğrencilerinden bazıları da onlardaydı. Misafirler arasında Osmanlı Devletinin son Şeyhülislamlarından merhum Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu edebiyatçı Prof. İbrahim Sabri Bey de vardı. Bu zata hepimiz büyük saygı duyardık. Çünkü ilmi seviyesi ve diğer faziletleriyle saygıdeğer bir insandı.

Bir ara Ekmeleddin’in, bu zatın yanına yaklaşarak, alçak sesle bir şeyler anlattığını, onun da heyecanlandığını gördük. Meğer babasının o vasiyetini anlatmış ve henüz masanın gözünü açmadığını da ilave etmiş. İbrahim Sabri Bey’in heyecanı da, gözdeki defterlerin Mehmet Âkif’e ait olabileceğini tahmin endişesinden kaynaklanmış. Durum açıkça ortaya döküldü. Hepimiz heyecanlanmıştık. Ekmeleddin, saygın bir büyüğü ve babasının vefakâr dostu olarak, vasiyetin yerine getirilmesini İbrahim Sabri Bey’e havale ediyordu. İbrahim Sabri Bey, o anda orada bulunan Türk öğrencilerinden beni, Osman Saraç’ı ve Ali İhsan Okur’u beraberine alarak Ekmeleddin’le birlikte merhumun yatak odasına götürdü. Ekmeleddin masanın sağ üst gözünü açtığında, iki tomar hâlinde urganla bağlanmış okul defterleri gördük.

Urganları çözüp masanın üstünde defterleri kontrol etmeye başladık. Defterler, Kur’an-ı Kerim’in baştan sona kadar tercümesini ihtiva ediyordu. Temize çekilmişti, ancak bazı yerlerde kenarlara çıkıntılar çekilerek tashihler de yapılmıştı. Mehmed Âkif’in yazısını tanıyan İbrahim Sabri Bey gözyaşlarını tutamadı. Hepimizin gözleri dolmuş ağlıyorduk. Bu arada masanın orta gözünde ciltli, kalınca bir defter gördük.

Ekmeleddin alıp sayfalarını karıştırınca ikinci bir sürprizle karşılaştık: Merhum Mehmed İhsan Efendi, Âkif’in tercümesini baştan sona, o inci gibi rik’a yazısıyla bu deftere geçirmiş ve defteri Âkif’in defterlerinin yanına değil de masanın başka bir gözüne bırakmış. “Bu deftere kimseler dokunmasın!” der gibi bir anlam var ortada… Ama anlayan kim? Ekmeleddin derseniz, henüz çocuk denecek yaşta. O acılı günde uzun boylu düşünüp; taşınmaya ne yaşı ne de durumu müsait. O, babasının vasiyeti yerine getirilirse manen rahata kavuşacaktır, o kadar… Bizler derseniz; hepimizin büyüğü, üstadı sayılan ve (o gün için) gözümüzde çok çok büyüttüğümüz İbrahim Sabri Bey olaya el koyduğuna göre ağzımızı açmak haddimize mi?

İbrahim Sabri Bey’e gelince, o kadar heyecanlanmış, o kadar galeyana gelmişti ki, estirdiği havaya bakarsanız; eğer bu defterler derhal yakılmazsa hemen Türkiye’de Türkçe Kur’an diye ilân edilip ibadetlerde okutulacak ve Mehmed Âkif’in ruhu da korktuğuna uğrayıp muazzep olacak… Tabiî bunun korkunç derecedeki manevi mesuliyeti de bizlerin omuzlarında kalacak.

Ayrıca Mehmed Âkif henüz hayattayken, “tebyiz edilmiş olmakla beraber tercümenin nâ tamam olduğunu, basılabilmesi için bir daha kendisinin tashihinden geçmesinin şart olduğunu” söylememiş miydi? Öyleyse, en hayırlısı, vasiyeti yerine getirip mevcut defterleri derhal yakmak olacaktı…

Bu karar İbrahim Sabri Bey’in kararı idi ama bizler de ona tâbi oluyorduk. Ben bir ara, “Bu işi aceleye getiriyoruz, kendimize biraz düşünme hakkı tanısak” gibi bir laf edecek oldumsa da, üstadın kesin kararında bir şey eksiltemedim.

Defterler hemen yakılacaktı. Karar kesindi. Ancak Mısır’ın evlerinde ne soba var ne ocak… Böyle bir evrak sokakta da yakılamazdı. Aklımıza benim ev geldi. Evim Abbasiye semtinde. Şari’ul-Ceyş’te 12 numaralı köşkün müştemilatıydı. Bahçe içinde, küçük, müstakil bir ev. Geniş balkonunda yakma işini rahatlıkla yapabilecektik.

Defterleri tomar hâlinde tekrar bağladık, merhum Mehmed İhsan Efendi’nin göz nuru döküp el yazısıyla naklettiği o ciltli kalın nüshayı da tomarlarla birlikte alarak, beş kişi bir taksiye binip Abbasiye’ye gittik. Evde bizden başka kimse yoktu. Balkona çıkardığımız büyük alüminyum çamaşır leğeninin içinde defterleri birer birer parçalayarak yaktık. Sanki görev eksiksiz yerine getiriliyor mu diye birbirimizi kontrol ediyor gibiydik. O, ciltli ikinci nüsha da dâhil, elde en küçük bir parça kâğıt kalmamacasına hepsini yakıp kül ettik. Her şey bittikten sonra; edip olduğu kadar şair de olan üstadımız İbrahim Sabri Bey, oracıkta, olayla ilgili bir dörtlük telif etti. Her birimiz birer parça kâğıda yazıp almıştık. Sonra ben kâğıdı koruyamadım, kaybettim

Meğer olayda beraber olduğumuz Osman Saraç’ın ağabeyi Emin Saraç Beyefendi, o şiirin bizzat İbrahim Sabri Bey’in el yazısıyla yazılmış olan nüshasını o günlerde ele geçirip saklamış. Ben bu satırları karaladığım günlerde lutfedip bana verdiler. Orijinal şekliyle şiiri aşağıya arz ediyorum.

“O bir eserdi ki yangın denilse lâyıktı

Eğer kalaydı yakar, kül ederdi imanı.

O bir ateşti ki sönmezdi etmeden ihrak,

Yakıldı, sönmesi kurtardı nass-ı Kur’an’ı.

Defterlerin yakılmış olmasından dolayı benim üzüntüm pek büyüktür. Hele hele Kur’an’ın namazlarda Türkçe okunacağı, tahrif edileceği vb. tehlikelerin tamamen ortadan kalkmasından sonra…

Eminim ki Ekmeleddin Bey ve diğer arkadaşlarım da aynı duygu içindeler. Ama elden ne gelir, ilahi takdirin böyle olduğu anlaşılıyor. Belki hayır böyle olmasında idi… Söyleyecek başka söz bulamıyorum.*”
Sayfa başına dön
Similar topics
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz